31 Mart 2013 Pazar

Papatya ve Kelebek



Günlerden bir gün, evrenin bir noktasında, küçük bir tırtıl gözlerini
hayata açmış. Doğal içgüdüleri ile hemen beslenmeye başlamış.
Ne bulursa yemiş. Bir süre sonra, yeterince büyüdüğünde,
kendine güvenli bir yer bulup, bir koza örmeye baslamis.
Bu kozanin içinde geçirdigi uzunca bir sürenin sonunda da,
rengarenk kanatli bir kelebek olup çikmis.

Minik kelebek, uçabiliyor olmanin da verdigi mutlulukla uçmaya
baslamis. Daglar tepeler asmis, ormanin her yerini dolasmis.
Derken bir vadiye gelmis. Rengarenk çiçeklerin bulundugu bir vadiye.
Etrafina saskin saskin bakarken, vadinin öbür ucunda bir papatya
görmüs. Bir anda afallamis. Ne düsünecegini, ne yapacagini
bilememis. içinden "Ne muhtesem bir çiçek" diye geçirmis.
Ve vakit kaybetmeden yüzlerce renkli, hos kokulu çiçegin
üzerinden geçip dogruca onun yaninda almis solugu.

"Merhaba" demis papatyaya, "sizi uzaktan gördüm ve yaniniza
gelmek istedim.". Nazli papatya söyle bir bakmis konuguna ve
"Merhaba" demis, "ben de yalnizliktan sikilmistim zaten."
Ve konusmaya baslamislar. Kelebek ona hayat hikayesini,
nerede dünyaya geldigini, geçtigi ormani, tepeleri anlatmis.

Papatya da ona kendinden bahsetmis. Birbirlerinden gerçekten
hoslanmislar. Kelebek bütün zamanini papatyayla geçirmis.
Gece olunca beraber yildizlari ve ates böceklerinin danslarini
seyretmisler. Gündüz olunca kelebek, kanatlariyla papatyayi
günesin yakici isinlarindan korumus. Minik kelebek papatyayi çok
sevmis. O kadar çok sevmis ki, bir türlü onun yanindan ayrilamamis.
Papatyanin da onu sevip sevmedigini merak ediyormus. Ama cesaret
edip de bunu papatyaya söyleyememis bir türlü. Onu kirmaktan,
incitmekten, bu yüzden kaybetmekten korkmus. Papatya da
kelebegi çok sevmis ama o da bir türlü söyleyememis sevgisini.
Duygularinin karsiliginin olmayacagindan, bu yüzden kelebegi
kaybedeceginden korkmus. Böylece iki sevgili yan yana
ama sevgilerini paylasmadan sürekli sohbet etmisler.

Böylece saatler saatleri kovalamis. Günler geçip de, kelebek
artik zamani kalmadigini, gücünün tükendigini anlayinca, papatyaya
dönmüs ve; "Üzgünüm ama senden ayrilmam gerekecek" demis.
Papatya buna bir anlam verememis. "Neden" demis. "Yoksa
benim yanimda mutsuz musun?". "Hayir" demis kelebek. "Bilakis,
sen benim hayatima anlam kattin. Fakat biz kelebeklerin ömrü
sadece üç gündür. Ve ben de ömrümü tamamladim. Artik
kelebeklerin hiç ölmedigi bir yere gitmeliyim."

Papatya bu duruma çok üzülmüs ama yapacak bir sey yokmus zaten.
Kelebek artik hiç gücünün kalmadigini, daha fazla tutunamayacagini
fark ettiginde, son bir gayretle papatyaya "Sevi seviyorum"
diyebilmis ancak. Papatya donakalmis. Sadece "Bende..."
diyebilmis kelebegin arkasindan. Ardindan da gözyaslarina bogulmus.

Içinden "Keske onun da beni sevdigini bilseydim.
Keske onu sevdigimi söyleyebilseydim." diye geçirmis.
Papatya, sevdiginin onu sevdigini bilmeden geçirdigi günlerin
acisina dayanamamis. Bir süre sonra yapraklari önce solmus,
sonra da dökülmeye baslamis.
Her düsen yaprakta papatya, "seviyormus" diye geçirmis içinden.

Iste o günden beri, bunu bilen asiklar,
sevgililerine soramadiklarini hep papatyalara sormus:
"Seviyor mu, sevmiyor mu?"...

1 yorum:



  1. Bu, yaratılmış en taze gülü arayan bir kelebeğin hikâyesi…



    Küçük kelebek, mini minnacık bedeniyle, bir soluk süresi ömrünü en güzel gülü aramaya adamış…



    Belki bir bülbül destanı yazamazmış bu kuvvetsiz cüssesiyle, ama en az bülbül kadar âşıkmış gülün kırmızı rengine…



    Gün gelmiş, kan kırmızı gelincikler aklını çelmeye çalışmışlar minik kelebeğin…


    Gülün kırmızısı bizde de var demişler…



    Kimi günse, soğuğun en poyrazında güneşe kavuşma muştusuyla salınan kardelen, büyülemeye çalışmış minik kelebeği…



    Ama o, ne kardelenin azmine kapılmış, ne de kır çiçeklerinin güzelliğine…



    Çünkü biliyormuş ki, yaratılmış en güzel kırmızı, gülün bedeninde…



    Günler geçmiş… Haftalar geçmiş…



    Küçük kelebeğin ömre yayılan arayışı bitmezken, sayılı ömür takvimindeki sayfalar bir bir tükenmiş…



    Narin kanatları artık gülü aramak için onu taşıyamaz olmuşlar…



    Kanadı kırık, halsiz kelebek uzun kum denizinin ortasına düşüp öylece yığılıvermiş…



    Oysa her şeyi yaratmaya muktedir olan tek gücün, tüm dualara cevap verdiğini de adı gibi bilirmiş…



    Son takatiyle yüreğindeki aşkı yollamış yerin ve göğün sahibine…



    Ve o an, zar zor araladığı gözleriyle, yaratılmış en büyük mucizeye şahitlik etmiş…



    Kurak çölün ortasında kan kırmızı bir tek gül tüm muazzamlığıyla minik kelebeğin hemen dibindeymiş…



    Bu bir serap mı yoksa? Diye düşünmüş küçük kelebek…



    Ama serap da olsa, onun hayali bile bir ömre yayılan bir sürurla kelebeği kendinden geçirmeye yetmiş…



    İşte bizler; üç günlük ömrümüzü, günahların ağır yükünü taşımaya çalışan narin kanatlarımızla uçarak, güllerin en kırmızısını aramaya adadık…



    Ne gelinciklere kapıldık, ne de kardelenler büyüleyebildi gülün özleminden tutuşmuş bağırlarımızı…



    Her ne kadar bu yolda bazen sendelese de ayaklarımız,



    Güllerin en kusursunu bulma sevdamız, hep yolunda eğdi mağrur başlarımızı…



    1400 sene evvelinde kaldı belki gülü koklama ümidimiz, ya da belki bir ömür ötemizde...


    YanıtlaSil

Öne Çıkan Yayın

Yalnızlığa Dair

Birine bağlanamayacak kadar        kalabalık yalnızlıklarım         var benim .  Tigris