29 Kasım 2015 Pazar

Lüküs Hayat


Son zamanlarda rahatsızlığımı duyan , duymayan bütün arkadaşlarım dostlarım üzerime ayrı bir titrer oldular. Meğer ne çok sevenim ne çok dostum varmış benim. Gerçek arkadaşlıklar dostluklar da zor günler de belli olurmuş diye boşa dememişler. Hafta içi ayrı programlar, yemek davetleri, hediyeler hafta sonu ayrı program. Beni mutlu etmek için elleinden geleni yapıyorlar. Bu gün de Lüküs Hayat Opereti için bilet almışlar. Günler öncesinden defalarca haber verdiler mutlaka gelmem için. Gelmez olur muyum hiç. Lüküs Hayatı ilk tv de çocuk yaşlarımda izlemiştim ve etkisinde kalmıştım. Zihni Göktay ve Suna Pekuysal'ın müthiş oyunculuğu beni büyülemişti. Eskişehir Şehir Tiyatroları oyuncularının mükemmel performanslarıyla yeniden sahneye konulan operet , çocukluk günlerimden bir sayfayı bana yeniden açtırdı. Ama nedense gözüm Suna Pekuysal'ı , Zihni Göktay'ı aradı. 1933 yılında Cemal Reşit Rey tarafından bestelenen operet , Türk Tiyatrosunun klasikleri arasındaki yerini almıştır. 1930 yılında Muhsin Ertuğrul , seyirci azlığı ve ödenek yokluğundan kapanmayla karşı karşıya kalan şehir  tiyatrolarına müzikallerle seyircinin ilgisini çekmek ister. Cemal ve Ekrem Reşit Rey kardeşler tarafından sahneye konulan müzikalin bazı şarkılarının Nazım Hikmet tarafından yazıldığı söylenmektedir. Türk Halkının batı toplumuyla yüzleşmesinden ortaya çıkan gülünçlükleri konu alan Lüküs Hayat 1985 yılından itibaren aralıksız sahneye konulmuş 2009 ' da 25. Yılı kutlanmıştır.

şişli'de bir apartıman
yoksa eğer halin yaman
nikel-kübik mobilyalar,
duvarda yağlı boyalar

iki tane otomobil 
biri açık, biri değil
aşçı, uşak, hizmetçiler 
dolu mutfak, dolu kiler

hanım gider, sen gidersin 
gündüzleri çaydan çaya
gece olur, davetlisin
ya dineye ya baloya 

hey
lüküs hayat, lüküs hayat
bak keyfine yan gel de yat
ne güzel şey 
oh ne rahat
yoktur eşin lüküs hayat

24 Kasım 2015 Salı

Öğretmen’lik





        Eğitimci bir babanın çocuğu olarak, aklımın erdiği günlerden beri öğretmenlik mesleğine duyduğum ilgi ve sevgi sayesinde doğru bir tercihle çocuk gelişimi ve okul öncesi eğitimi bölümünde okudum.

       24 Kasımlar evimizde ayrı bir heyecan yaratırdı. Babamın öğrencilerinin gerek telefonla, gerekse tebrik kartlarıyla uzun yıllar sonrasında onu unutmayıp "bugünlere gelmemizde sizin payınız büyük "sözlerini duydukça ,"kim bilir benim öğrencilerim de beni böyle hatırlayacaklar mı?"diye düşünmekten kendimi alamazdım.

    Genç yaşımın verdiği enerji ve heyecanla mesleğine aşık, çocukları çok seven ve bir o kadar da idealist öğretmen olarak Kastamonu'da dört yıl hizmet verdiğim anaokulundaki ilk görevim bana tecrübelerin en güzellerini yaşattı. 24 Kasımlar benim için, öğretmen olmamın verdiği heyecan ve gururun yanında; yıllar geçse de hafızamdan silinmeyecek bir anının da günüdür.

       Mesleğimin ikinci yılı,1998’in Eylül ayı başlarıydı, o sapsarı saçlı mavi gözlerle tanışmam. Annesi ve babasıyla anaokulu için okul kaydına geldiklerinde, nasıl da heyecanlıydı, bir o kadar da mutlu, boncuk mavisi gözlerinin içi gülüyordu. Hayatın acı gerçeği, okul açılmadan bir iki gün önce, annesi ondan ayrılmak zorunda kalmıştır. Annesi üzerine düşen dolap sonucunda, bir daha gelmemek üzere çıktığı uzun yolculuk, altı yaşındaki minik bir bedenin kaldıramayacağı büyüklükte bir travmaya neden olmuştu. Fakat yaşından beklenmeyecek bir olgunlukla acısını içine gömmüş, sanki annesi hiç ölmemiş gibi yüzündeki o tatlı tebessümle okula başlamıştı. Durumunu bildiğimiz için biz bu hassas konuda daha fazla özenli davranıyorduk. Anne, aile gibi konulara değinirken onu üzmemek için elimizden geleni yapıyorduk. O da bizi annesinin yerine koymuş gibiydi. Her boynuma sarıldığında kendimi zor tutuyordum.

   Ta ki 24 Kasım tarihine gelene kadar. O dönemde anaokullarında bir şubenin iki öğretmeni vardı. Öğretmenin birisi sabahtan öğlene kadar diğeri de öğleden sonra birer aylık periyotlar halinde dönüşümlü çalışıyordu. Ben de o dönemde öğlenci olarak çalışıyordum. O gün okula geldiğimde öğlen yemeğinden sonra çocukları dinlenmeleri için uyku odalarına götürdüm. Sonra o gün yaptıkları etkinliklere bakarken Esra’nın suluboya ile yaptığı resmi görünce tüylerim diken diken oldu. Resimde bir başkalık ürkütücülük vardı. Daha önce yaptığı resimlerle uzaktan yakından ilgisi yoktu. Sabahçı arkadaşa sordum” Bugün sanat etkinliğinde ne yaptınız?” diye. Öğretmenler Günü olduğu için suluboya ile öğretmenlerinin resimlerini çizmelerini istediğini belirtti. Esra’nın resmini sordum. “ Ayşe öğretmenim sizin resminizi yaptım” dediğini belirtti. Canlı renkler kullanılarak çizilmiş yatan bir kadın ve siyah boya ile üzeri kafes şeklinde kapatılmış adeta bir mezarı andıran resim.

   Diğer arkadaşımın çocuk gelişimi ve okul öncesi eğitimle ilgili fazla bilgisi olmadığından ona bir şey söylemedim. Esra’nın sene başından beri yaptığı resimlerin dosyasını kaptığım gibi soluğu müdüre hanımın odasında aldım. Esra'nın bütün resimlerini tek tek gösterdim. O da dehşete kapıldı. Psikolog olan bir öğrencimizin velisi Nevin Hanım'ın tam o sırada bizi ziyarete gelmesi, hayatta hiçbir şeyin tesadüf olmadığını bana bir kere daha göstermiş oldu. Resmi görünce “Aman Allah’ım bu çocuk ağır bir depresyon geçiriyor” sözleri beni hepten telaşlandırdı. O zamanlarda depresyon kelimesi bu kadar bilindik değildi ve bir çocuğun depresyon geçirmesi ne kadar ağır bir durumdu.

   Psikolog Nevin Hanım'ın bizi yönlendirmesi ile Esra’ya her gün resim yaptırarak kısa bir süreliğine gözlemlemeye başladık. Resimler yine canlı renklerle çiziliyor sonra gökyüzü  siyah ile boyanıyordu. Resimleri anlattırdığımda “ Gündüz güneş var öğretmenim, ama gece olmuş her yer karanlık” cevabını alıyordum. Psikoloğumuz işin daha kötü boyutlara vardığını resimlerdeki simgelerin ne anlama geldiğini her gün bize anlatıyordu. Bütün resimlerinin teması iki ağaç arasına çizilmiş yıkık dökük bir ev. Ağaçların annesinin mezarı olduğunu yıkık dökük evin de annesinin ölümüyle evlerinin yıkıldığı anlamına geliyordu. Son resimlerinde bir büyük bir de küçük ağaç arasına çizilmiş ev. Bu son resim üzerine psikoloğumuz “Esra ölmek annesinin yanına gitmek istiyor” sözleri üzerine hemen Esra’nın babası ile iletişime geçtik.

      Resimleri babasıyla da paylaştık. Bu arada Esra'nın annesinin ölümüyle ilgili bütün her şeye tanık olduğunu öğrendik. İlk resminin mezarı andırmasının da bu yüzden olduğunu anlamış olduk. Yani annesi mezara konulana kadar her durumu görüp birebir yaşamış. Eşini kaybetmiş, biri lise çağında kardeşine annelik yapmaya çalışan, iki kız çocuğu ile ortada kalan bir babanın yaşadığı zorluklar ve çaresizlik nedeniyle bir bayanla tanışıp evlenme kararı aldığını öğrendik. Çok erken verilen bu kararın Esra üzerinde bıraktığı etkiyi anlatıp, bu kararını bir süreliğine ertelemesi gerektiğini belirttik. Psikologumuzun hem Esra hem de babası için verdiği destek ve babasının da durumun ciddiyetini kavramasıyla birlikte Esra’mızı hayata döndürdük.

    Mesleğimin çok başlarında yaşadığım bu durum on yıl, yirmi yıl geçse de kazanamayacağım tecrübe niteliğindeydi. İyi ki fark ettim diyerek, bir resimden yola çıkarak altında yatan büyük bir felaketin önüne geçtiğim için kendimle gurur duydum. Kutsiyetine sonuna kadar inandığım mesleğimin aynı zamanda veballi olduğu, küçük dokunuşlarla hayatların bir anda değişeceğini çok erken öğrenmem, bu günlere gelmemdeki en büyük etkendir. Bazen önemsemediğimiz ayrıntıların bir hayata nasıl mal olacağını unutmadan yirminci yılı tamamlarken, ömrüm yettikçe aynı heyecan ve gururla mesleğimin gereğini yapmak en büyük dileğimdir.




                                                                                                    16.11.2015

                                                                                                        Tigris

15 Kasım 2015 Pazar

Gelin Cuması

 Daha önceki yazılarımda yaşlı insanlarla sohbet etmeyi çok sevdiğimi belirtmiştim. Zamanında benim oturduğum apartmanın yerinde iki katlı ahşap eve gelin gelen bu yüzden beni daha başka seven Nuran Teyze ( komşucuğum) bugün beni çaya davet etti. Eski yaşamlara ilgim olduğundan hep eskilerden anlattık durduk. Çocukluğumun ucundan da olsa yakaladığım bazı gelenekleri anlattıkça hem çok şaşırdı, hem de o da yaşadıklarını benimle paylaştı. Anne tarafım Trabzon'lu olduğu için çocukluğumun yaz ve kış tatilleri hep Trabzon'da anneannemim üç katlı ahşap evinde geçmiştir. Bugün geleneklerden bahsederken çocukluğumda Trabzon'da yaşadığım bir gelenekten bahsettim. Hafızamda öyle bir yer etmiş ki sanki dünmüş gibi gözümün önünde canlanıverdi yaşadığım o güzel anı. Anneannemler iki katlı ahşap evlerden oluşan ve Trabzon'un köklü ailelerinin bulunduğu bir mahallede yaşıyorlardı. Evimizin karşısında bulunan hatta benim annemin kına gecesinin de bahçesinde olduğunu sonradan öğrendiğim çok güzel bir konak vardı. Konağın sahiplerinden küçük kızları yeni evlenmişti. Teyzem" bugün gelin cuması var uslu durursan seni oraya götürürüm "dedi.Ben ne olduğunu bilmediğim  için hem de o evin içini çok merak ettiğimden  gitmek için sabırsızlanıyordum. Yeni gelin bir hafta sonra cuma günü annesinin evine gelir ve konu komşu da onu görmeye gelirmiş. Neyse biz de giyindik süslendik doğru gelini görmeye . Kocaman bir ahşap bir kapıdan fıskiyeli bir havuzun bizi karşıladığı avludan içeri girdik ,çift taraflı merdivenlerden çıkarak yarı açık yüksek ahşap kapıdan içeri süzüldük. Sofaya dizilmiş sandalyelere gelen misafirlerin bir kısmı oturmuş baş köşede oturan gelini süzüyorlar. Gelinin üzerinde gelinliği teli duvağıyla göz kamaştırıyordu. Gelen misafirler ellerinde küçük hediyeleri  maşallah  nidalarıyla geline hayırlı dileklerde bulunup , büyükler el öptürüyorlardı. Bir sandalyeye ilişip  olanı biteni meraklı gözlerle izliyordum. Bir yandan da evi gözlemliyordum. Girişte sağda bulunan ceviz konsol ve üzerindeki altın  varaklı çerçeveli Taş aynadan gözlerimi alamıyordum. Konsolun üzerindeki ince cam işçiliğiyle süslenmiş iki karpuz lamba ve ortada asılı duran avizeyle bir örnekti. Sağdaki ceviz büfede son derece ince porselenden yapılmış fincan takımı ve ince camdan şerbet takımı iğne oyası örtüyle zarafetlerini tamamlıyorlardı. Ben konağın büyüsüne kapılıp düşlere daldığımda ev sahiplerinden olduğu anlaşılan genç bir hanım elindeki gümüş tepsiye sıralanmış yaldızlı limonata bardaklarıyla bizlere limonata servisi yapıyordu. Ceviz büfedeki fincanların desenindeki porselen pasta tabaklarında sunulan un kurabiyeleri ile birlikte içtiğim limonatanın ve un kurabiyesinin tadı tarif edilemez lezzetteydi. Bir süre daha oturduktan sonra ziyareti sonlandırıp eve dönmüştük. Ama benim aklım hala o evde ve gelindeydi. Bir daha hiçbir yerde böyle bir geleneğe rastlamadım.
Not: Resim annemin kına gecesinden

10 Kasım 2015 Salı

Mustafa Kemal Atatürk'üm

Ne zaman bu kalpli kolyemi taksam , meraklı sorularla karşılaşırım. " o kalp açılıyor mu, içinde kimin resmi var ?" Ben de her seferinde aynı hoş tavrımla "sevdiğimin resmi var" diye cevap veririm. Şaşkın ve meraklı bakışlar " aaa haberimiz yok, kim bu şanslı erkek " ifadeleri üzerine " Onu tanımak Onu sevmek asıl benim en büyük şansım " cevabım üzerine ısrarla kalbi açtırıp resmi görmek isterler. Kemalim ,Mustafa Kemal Paşam seni ilk tanıdığım günden beri bu kalbi dolduracak başka bir erkek bir insan bir adam olamadı. Yerine kimseyi koyamıyorum. Hangi resmine baksam asaletin , beni her seferinde büyülüyor . Hayatını adadığın Türk Milleti için yaptıklarını okudukça senin kıymetini bilmeyen , karalayanlara kızgınlığım arttıkça artıyor. Her sene sana olan sevgim ve özlemim kat be kat çoğalıyor. Nasıl da isterdim, kurduğun Cumhuriyet'in ilk öğretmeni olarak hizmet etmeyi. Seni her gün her an kalbimde ,fikirlerinle , ülkem için yaptığın bütün herşeyle hissediyorum. Senin aydınlattığın yolda emanetlerine sahip çıkarak çocuklarını , öğrencilerini yetiştirmek için elimden geleni yapıyorum. 10 Kasımlar hep hüzün, hep özlem kokuyor. Bu dünyada seni görme şansına erişemedim ellerinden öpemedim ama biliyorum ki , öte dünyada olacak kavuşmamız. Mustafa Kemal Atatürk'üm Önünde bir kere daha saygı ve minnetle eğiliyorum. 

8 Kasım 2015 Pazar

Çok yakarmış güneşin solgunu

Her sabah işe giderken ve dönüşte bu ağaçla selamlaşırız. Her mevsim büründüğü güzellik beni her seferinde kıskandırır ve doğaya olan hayranlığımı kat be kat artırır. En çok da sonbahar da beğenirim kostümünü. Yoluma düşürdüğü kestanelerinden her sene mutlaka bir tane alırım cebimde gezdiririm. Her gün yapraklarındaki değişime bakıp kışın iyiden iyiyiye yaklaştığını görme fırsatım olur. En çok da akşam üstü güneşinde altından yapraklarının saçtığı ışıltı büyüler beni. Dilimde " çok yakarmış güneşin solgunu, bu sonbahar vurgunu Tanrım" dizelerine yere düşen yapraklarının hışırtısı eşlik eder.Kaç sonbahar daha güzelliğini bana sunacak bilinmez ama benim sırdaşımdır, konuşurum ona dökerim içimi, şikayet ederim birilerini , sabırla bıkmadan dinler . sorsanız kimbilir size neler anlatır , bana her gün yeniden yaşama sevinci veren arkadaşım.

5 Kasım 2015 Perşembe

Annelerin Akıllı Seçimi: TODİZOO Oyuncakları

Bebekler için oyuncak seçme işi anne babalara düşüyor. Minikler, hem gerçek dünyayı hem de kendi yetenek ve becerilerini önce oyuncaklarla keşfetmeye başlar. Doğal olarak oyuncakların onların gelişiminde rolü çok önemlidir. Oyuncak alırken aradığımız özellikler aslında çok net. Eğitici, eğlendirici ve onlar için tamamıyla güvenli olmaları en önemli özellikler.

Bebekler için oyuncak alırken en önemli kriter, güvenilir markaların oyuncaklarını almak olmalıdır. Sık sık ağzına götüreceği, birlikte uyuyup yemeklerini hatta banyosunu paylaşmak isteyeceği oyuncaklarının ona zararlı olabilecek bir materyal, boya ya da aksesuar içermediğinden emin olmanın tek yolu tercihlerinizi güvenilir markalardan yana yapmak. Bir diğer dikkat edilmesi gereken konu da seçtiğiniz oyuncakların onların gelişimine de katkıda bulunması. Yapacağınız doğru oyuncak seçimlerinizle her gün hayat ve kendisiyle ilgili yeni şeyler öğrenen bebeğinize büyüme macerasında yardımcı olabilirsiniz. 

Tüm bu özellikleri bir arada bulabileceğiniz Todizoo oyuncaklarını inceleyerek, bebeğinizin yaş ve ihtiyaçlarına en uygun olanları tercih edebilirsiniz. 

TODİZOO MÜZİKLİ ÇINGIRAKLAR: Bu sevimli arı ve kelebek çok marifetli. Minik parmakların kolayca basabildiği düğmesi eğlenceli melodiler çalıyor. Ses efektli kanatları ve boncukları ile hem bir çıngırak hem de dişlik olan kanatları tam kaşınan dişlere göre. Üçüncü aydan itibaren tüm bebekler için tercih edilebilir. 

TODİZOO EMEKLEME BÖCEĞİ VE TOSBAĞA: Emekleme nasıl da heyecan verici bir dönem değil mi? Şimdi emekleme çalışmalarına yardımcı olacak iki sevimli arkadaş var. Todizoo’dan Emekleme Böceği ve Tosbağa üstüne basınca ilerliyor, bebeğiniz de onları hevesle takip ediyor. 12 ay ve üzeri bebekler için tam bir emekleme yardımcısıdır.  

TODİZOO ARKADAŞIM SERİSİ: Todizoo’nun bu şirin oyuncakları basıldığında ışıklı düğmeleri ile melodiler çalıyor, “ABC” ve “123” ve birbirinden sevimli kısa cümleler söylüyor. Minikler bu arkadaşları onları çok eğlendirdiği için seviyor, biz de onların el-göz koordinasyonlarını güçlendirip sebep-sonuç ilişkisini öğrenmelerine yardımcı oldukları için seviyoruz. Üçüncü aydan itibaren tüm bebekler içindir. 

 

 

Bir boomads advertorial içeriğidir.

3 Kasım 2015 Salı

Sağlık İçin


Dünkü meşakkatli doktor kontrolümden sonra bugün de dahiliye doktorumla randevum vardı. Uzun bir bekleyişten sonra aç bilaç doktorumla görüşme fırsatım oldu. B12 değerlerimin çok düşük olması nedeniyle ve genel değerlendirme yapmak için kan tahlili isteyince mecbur laboratuvarda iki tüp elimde sıramı beklemeye başladım. Ağlayan çocuklar , canı yanan teyzelere bakarken halleri nedense bana komik geldi. Taa ki bana sıra gelene kadar. Daha önce defalarca kan vermeme rağmen nedense bu sefer damarım bulunmamak için elinden geleni ardına koymadı. Sağ kol , sol kol yok yok.  Nereye gitti bu damar. En iyisi el üstünde tutalım sizin asil kanınızı dediler el üstünden aldılar. Canımın yanmaması için elinden geleni yapan hemşire hanım bir kere daha kalbimi fethetti. Genelde anlayışlı hemşireler parmakla sayılacak kadar az olduğundan bu tatlı hemşireye bayıldım bayıldım. Sonuçların iyi çıkması yüreğime su serpti ama B12 iğnelerine devam. Aynı düzende herşeye dikkat ederek kontrollü olmaya devam. Sağlık bu şakaya gelir yanı yok. Özellikle de ruhumun çook  ama çok dinlenmeye ihtiyacı var.

2 Kasım 2015 Pazartesi

Ruhum çok yorgun

Rahatsızlığımın son durumunu merak edip soran can dostlarım. Her ne kadar iyiyim desem de bir aydan fazla süredir , tansiyon ,kalp çarpıntısı, yorgunluk, halsizlik belirtileri gösteren bedenim, anksiyete bozukluğu ve anksiyete ataklarıyla günlük hayatımı oldukça güçleştirecek bir boyuta ulaştı. Son zamanlarda yaşadığım hayal kırıklıkları, kalp kırıklıklarına , değmeyecek insanların çirkin davranışları için gereksiz üzüntülerim sonucu bedenim artık tehlike sinyalleri vermekle kalmayıp aynaya baktığımda kendimi tanımayacak hale getirdi. Bugünlerde kullandığım ağır  ilaçların etkisinden dolayı  sürekli uyku halinde zihnimi toplamakta zorlanıyorum. Bu yüzden eskisi kadar yazı yazamıyorum. Ruhum çok yorgun .Her ne olursa olsun inadına ayaktayım , inadına yıkılmayacağım. Biliyorum ki bu günler geçecek ve ben eskisinden de çok iyi olacağım ve  yine biliyorum ki bana yaşatılan en küçük sıkıntının bile aynısını yaşamadan insanlar bu dünyadan göçüp gitmeyecekler. 

1 Kasım 2015 Pazar

Ben oyumu kullandım

Haftalardır gerek ülke gündeminde gerekse yaşadığımız olaylarda ne olacağını merakla beklediğimiz gün geldi çattı. Her duyarlı  ve aklı başında bir vatandaşın yapması getektiği gibi oyumu kullanmanın huzuru içindeyim . Kaderin hoş bir cilesidir ki , oy kullandığım sandığın bir anasınıfında olması beni ayrıca sevindirdi. Şimdi heyecanla akşam olmasını bekliyorum , ülkem için hayırlısı neyse onun olması en büyük dileğimdir .Bekleme sürecinde bitki çayımı ve  sağlıklı atıştırmalıklarımı ihmal etmiyorum tabiki , Rahatsızlığımın seyrinin değişmesi nedeniyle daha fazla dikkat etmem gereken bir dönemdeyim, önce sağlık.

Öne Çıkan Yayın

Yalnızlığa Dair

Birine bağlanamayacak kadar        kalabalık yalnızlıklarım         var benim .  Tigris