29 Kasım 2024 Cuma

YALNIZLIK BANA DÜŞER

 

“Yalnızlık hep bana bana
    Bana mı düşer usta.”
                                                      Refik Durbaş
Demiş şair.
Hep bize mi düşer yalnızlık?
Güzel kalbin bedeli hep acı mıdır?

 Oysaki kalbi güzel olan insan, dünyada nadir bir çiçek misali. Sadece sevgi ile çarpar. Onun içindeki sevgi, naiflik ve iyilik bazen o kadar derindir ki, çevresindeki herkes bunu taşıyacak gücü bulamaz. İnsanlar, onu anlamak yerine, bazen ondan korkar, bazen de sadece kendilerine yakın hissedemedikleri için uzaklaşır. Oysa kalbi güzel olan, yalnızca başkalarına sevgi sunmakla kalmaz, aynı zamanda her karanlık köşeyi aydınlatmaya çalışır. Ama bu ışık, çoğu zaman gözleri kör eden bir parıltıya dönüşür.
Ve bir gün, kalbi güzel insan yalnız kalır. Çünkü vermekten tükenmiş, beklemekten yorulmuştur. İçindeki sevgi, karşılık bulmadıkça ağırlığa dönüşür. Ama belki de yalnızlık, ona kendini keşfetme fırsatı verir. Çünkü kalbinin güzelliği, yalnızca başkalarıyla değil, kendisiyle de barışık olduğu zaman anlam kazanır. Yalnızlık, aslında bir tür direniştir; o, sadece kendi ışığını kaybetmemek için varlığını sürdüren bir mücadeledir.

 "  Ah benim körler ülkesinde ayna satan kalbim."

                                                      Sezai Karakoç

Sevgiyle 
Tigris

27 Kasım 2024 Çarşamba

YANGINLARDA

 YANGINLARDA


“Bana su verdi “ nidalarında

Quasimodo’nun 

Esmeralda’ya duyduğu  

imkansız aşkın yansıması gibi,

“Biliyor musun seni çok seviyorum.”

Dedi  ve gitti. 

Yürek yangın yeri…..


Tigris 

27.11.2024

20 Kasım 2024 Çarşamba

ANAHTAR

ANAHTAR

 Eski bir anahtar, yılların yükünü taşıyan bir kapıyı aralamak için bekler. Paslanmış dişleri, her biri ayrı bir zamanın izini taşır. O kapı, belki de sayısız hatıra, eski sohbetler, gülüşler ve hüzünler barındırmıştır içinde. Her açılış, geçmişin bir parçasını günümüze taşır; her kapanış, gizli kalmış bir sırrı muhafaza eder. Anahtar, geçmişin kapısını açarken, bizlere sadece bir giriş değil, aynı zamanda bir çıkış da sunar; yeniden keşfetmek, hatırlamak, belki de unutmak için…

Anneannemin koynunda,  uzun kırmızı  bir ipe hapsedilmiş, yılların  yorgunu ahşap kapıyı, günde bilmem kaç kere açan, bu anahtar gibi. Ne sırlara ne mutluluk ve üzüntülere döndürdü kendini ?

Şimdi  sırtımı yaslayacağım  ne o kapı, ne de göğsünde nefesleneceğim anneannem var. 
Anahtar bende. İçimde özlem dolu bir hatıra.

Sevgiyle 
Tigris

16 Kasım 2024 Cumartesi

YALNIZLIĞIM

 


YALNIZLIĞIM

Yalnızlık, bazen bir odada dört duvarın arasında hissedilen, bazen de kalabalıkların içinde yalnızca kendi sesini duymakla başlayan bir boşluktur. Herkesin etrafında birileri vardır, ama bir tek seni anlayacak kimse yoktur. İnsanların gülümsediği, konuştuğu, paylaştığı anlarda, sen hep bir adım geride, hep bir gölge gibi kalırsın. Ve ne kadar çaba harcarsan harca, bir türlü o boşluğu dolduramazsın.


Zamanla yalnızlık, seni öylesine sarar ki, onu tanımak, ona alışmak, hatta ona biraz da alışmak zorunda kalırsın. Her gün bir başkasının yanında olma düşüncesi bile içini acıtır; çünkü seni görmekten, anlamaktan ya da sadece varlığını hissedebilmekten korkan biri bile olmadan yaşamak, sana o kadar uzak ve yabancı gelir ki. Bir noktada, yalnızlık bir dost gibi gelir sana; fakat bu dost, ne seni savunur, ne de seni korur. Her geçen gün daha da derinleşen bir yalnızlık, seni benliğinle yüzleştirir.


Bazen, yalnızlık içinde kaybolmuşken, en çok korktuğun şeyin aslında kendin olduğunu fark edersin. Kendi içindeki boşluğu doldurabilmek, başkalarından beklediğin o anlamı bulabilmek için bir hayat boyu ararsın. Ama bir gün, belki de o an geldiğinde, fark edersin ki; o anlam zaten içindedir, sadece zaman ve sabır gerekir. Yalnızlık, seni içsel bir yolculuğa çıkarır; her adımda kendini biraz daha tanırsın, ama bu tanıma süreci de her zaman bir acıdır. Bazen de, en derin yalnızlık, kendini başkalarına anlatamamanın acısıdır. Sesini duyan yoktur, sözcüklerin hep eksiktir.


Yalnızlık, bir zaman sonra kendine ait bir dünyaya dönüşür. O dünyada, sadece sen varsındır. Ne geçmişin ne de geleceğin vardır. Gelecek hep belirsiz, geçmiş ise sadece hatırlanan bir gölgedir. Ama işte o dünyada, bir an bile olsa kendini en doğru haliyle hissedersin. O anlar çok kısa olsa da, onlara sarılmak bir insanın sahip olabileceği en büyük tesellidir. Yalnızlık, bir yandan acıdır, ama bir yandan da sana güç verir; çünkü yalnız kalabildiğinde, aslında kendini en güçlü hissettiğin anı yaşarsın ve artık orada takılı kalırsın. “Hoşgeldin Yalnızlığım “ der , ömür denen yoluna kolkola devam eder gidersin.



14 Kasım 2024 Perşembe

ELDE VAR HÜZÜN




 Hayat, bazen bir yolculuğa çıkar gibi başlamaz mı? Umutlarla, hayallerle dolu, tıpkı bir sabahın ilk ışıkları gibi. Ancak bir süre sonra, beklenmedik anlar ve kırılmalarla karşılaşırız. Başarıyı, mutluluğu ve huzuru beklerken, onları bulmak bir yokuşu tırmanmak kadar zor hale gelir. Zaman zaman, yıllarca süren bir çabanın sonunda bile, ne o beklenen ödülü, ne de hayal edilen yarını elde edemediğimizde, karanlık bir yalnızlık sarar etrafımızı.


Başarısızlık, kendini genellikle sessizce ve derinden hissettirir. İlk başta bir kırıklık gibi gelir, sonra bir boşluk… Kendi yetersizliğimizi kabullenmek ise en büyük sınavdır. Sadece dış dünyada değil, iç dünyamızda da bir eksiklik hissi doğar. Kendimize duyduğumuz güvenin, zamanla nasıl yerini hüsrana bırakacağını izleriz. Ve o hüsranla birlikte, kimseyle paylaşamadığımız, belki de kimseye anlatamadığımız bir yalnızlık gelir. İnsanlar etrafımızda yürür, ama biz hep bir adım geride kalırız, onların ışıkları uzaklaşırken, biz karanlıkta kayboluruz.


Talihsizlik, aynı zaman diliminde yaşanan ardı ardına gelen çöküşler gibi gelir. Bir şeyler hep yanlış gider, bir kapı açıldığında hemen ardından başka bir kapı kapanır. Şans, bir zamanlar herkesin sahip olduğu bir şey gibi görünürken, bir anda bizim dışımızda kalır, uzak bir dünyaya aitmiş gibi hissedilir. Bazen, bir hayal kurarsınız, bir umut beslersiniz, ama ne zaman gerçekliğe yaklaşsanız, umut o kadar uzaklaşır ki, ellerinizin arasından kayar. Bir zamanlar “belki” dediğiniz şey, şimdi bir hayalet gibi peşinizden gelir. Ve yalnızca o hayaletin soğuk nefesini hissetmek kalır geriye.


Bu duygularda geçen günler elde var hüzün.

10 Kasım 2024 Pazar

MUSTAFA KEMAL ATATÜRK



 MUSTAFA KEMAL ATATÜRK


Mustafa Kemal Atatürk’ün aramızdan ayrılışının yıldönümü, her yıl 10 Kasım’da, Türk milletinin yüreğinde derin bir hüzün bırakır. 1938’de, tam 86 yıl önce, saat 09:05’te İstanbul’daki Dolmabahçe Sarayı’nda sonsuzluğa uğurlanan bu büyük liderin kaybı, sadece bir kişinin değil, bir milletin de kaybıydı. Onun ölümünden sonra, Türkiye Cumhuriyeti yalnızca bir liderini değil, aynı zamanda bir yol göstericisini, bir vizyonerini yitirmişti.


Atatürk, halkını özgürlüğe kavuşturmuş, ülkesini çağdaş medeniyetler seviyesine taşımak için gece gündüz demeden çalışmış bir liderdi. O, Türk milletinin kalbinde bir simge, bir umut ışığıydı. O gün, Atatürk’ün vefat ettiği an, sadece bir insanın sonu değil, bir dönemin de sonuydu. Bir milletin, bağımsızlık ve çağdaşlık uğruna verdiği mücadelenin zirve noktasına ulaşmasının ardından, o yüce liderin gözleri sonsuza dek kapandı.


Her yıl, 10 Kasım’da Atatürk’ü anarken, yalnızca bir liderin hatırasını yaşatmakla kalmıyoruz. Aynı zamanda, onun mirasına duyduğumuz minnettarlığı, Cumhuriyetin getirdiği özgürlüğü ve onun halkına olan derin sevgisini yürekten hissediyoruz. Ama bu anma, bir hüznün de içinde barındırır. Çünkü Atatürk’ün yokluğu, Türkiye’nin geçmişi ve geleceği arasındaki bir boşluğu da hissettirir. Onun ideallerini, onun yolunu ne kadar sürdürürsek sürdürelim, bir liderin fiziksel varlığının yerini almak hiç kolay değildir.


Bugün, Atatürk’ün ölümünün üzerinden geçen yıllar bize yalnızca bir kaybı hatırlatmakla kalmıyor, aynı zamanda onun ideallerine, düşüncelerine ne kadar sahip çıkmamız gerektiğini de yeniden gösteriyor. 10 Kasım’da, Türk milletinin yüreğinde, her yıl daha derinleşen bir hüzün, ama aynı zamanda bir dirilişin umudu yeşerir. Atatürk’ün yokluğu, yalnızca fiziksel bir boşluk değil, aynı zamanda onun yokluğunda daha çok büyüyen bir sorumluluktur. Bu sorumluluk, onun bize bıraktığı Cumhuriyet’i yaşatmak ve onu daha ileriye taşımaktır.

Ruhu Şad olsun.

4 Kasım 2024 Pazartesi

DOLMAKALEM

 DOLMAKALEM



Göz alıcı bir şehir, siluetinde yükselen binaları ve karmaşık yollarıyla gözler önünde uzanıyordu. Bu şehir, zamanın unuttuğu bir yerdi; yalnızca antika dolmakalemlerin fısıldadığı hikayelerle doluydu. Her köşe, her sokak, yazılı kelimelerle dolu sayfaların izlerini taşıyordu.


Bir zamanlar, bu şehirde yaşamın coşkusu yankılanırken, dolmakalemlerin akışıyla şekillenen düşünceler kaybolmuştu. Sokaklarda dolanan rüzgar, geçmişte yazılan cümleleri havada taşırken, taşların üzerinde parlayan mürekkep izleri, gizli bir yaşamın varlığını hissettiriyordu. Antika kalemlerin uçları, yüzyıllar boyunca süzülen kelimeleri taşırken, şehirdeki her taş, her pencereden sızan ışık, bu kelimelerin yankılarını taşıyordu.


Binaların cephesinde beliren yazılar, gölgelerde kaybolan düşünceleri gün yüzüne çıkarıyordu. Kalemlerin dokunuşuyla çizilen sokak haritaları, bilinmeyen güzergahları işaret ediyordu. Ancak bu şehirde insan yoktu; sadece kalemler, sayfalar ve mekânın ruhu vardı. Kırık dökük caddelerde yankılanan fısıldamalar, bir zamanlar yaşanmış olanların yankılarıydı.


Bir gün, paslı bir sokak lambası altında unutulmuş bir dolmakalem parladı. Uç kısmındaki mürekkep, kaybolmuş bir hikayenin izini sürerken, etrafı sarıp sarmaladı. Kalem, terkedilmiş binaların arasından yükselerek, yazılmış tüm sayfaları yeniden canlandırmak için sabırsızlandı. Her cümle, geçmişin hayaletlerini canlandırıyor, şehrin taşlarına yeni bir anlam katıyordu.


Ve şehir, kelimelerin melodisiyle dolup taşarken, antika dolmakalemlerin gizemli dünyasında sonsuz bir hikaye başlıyordu. Zamanın durduğu bu mekân, sadece kelimelerin değil, hayallerin de şehriydi; antik yazıtlar, geçmişten gelen melodilerle, sessiz bir yaşam sürmeye devam ediyordu.


Sevgiyle . 

TİGRİS

1 Kasım 2024 Cuma

KASIM

   KASIM


 Kasım ayı, sonbaharın son demlerini yaşatırken, ağaçlar üzerindeki yapraklar rengarenk bir tabloya dönüşür. Sarı, turuncu ve kızıl tonları, rüzgarın hafif dokunuşlarıyla yerle buluşur. Ağaçların dallarında kalan yapraklar, geçiş mevsiminin huzurunu simgelerken, toprağa düşen her yaprak, doğanın döngüsünü hatırlatır.

    Güneş, bulutların arasından süzülerek ağaçların arasında dans eden yaprakları aydınlatır. Bu mevsimde, her adımda çıtırdayan yaprakların sesi, geçmişin hatıralarını çağrıştırır. Hava serinlerken, ağaçlar sessizce kışa hazırlanır; gövdeleri güçlenir, yapraklar bir bir dökülür. Ancak her düşen yaprak, yeni bir başlangıcın habercisidir.

      Kasım, hüzün ve güzelliğin iç içe geçtiği bir dönemdir. Ağaçların yaprakları dökülse de, her biri bir hikaye taşır. Bu hikayeler, doğanın dengesini ve yaşamın sürekliliğini anlatır. Ve sonbahar, bu döngünün en zarif dansını sergilemeye devam eder.


Sevgiyle

25 Ekim 2024 Cuma

KALPTEN GEÇEN GÜZEL DİLEKLER

 



Bugün iki sene önce yaşadığım güzel bir anıyı aynı salonda bulunarak heyecan dolu bir mutlulukla yeniden hatırladım.

 2022 yılının eylülünde okulumuza  çiçeği burnunda , hanım hanımcık , çok terbiyeli adı gibi, ileride bana Cansu’yu olacak ,bir öğretmen atanmıştı. 

 Mesleğinin en başında aday öğretmenimiz Cansu ile aynı üniversiteden mezun olmanın gururu bana yeterdi . Branşımda Gazi’li olmak bir ayrıcalıktır. İkimiz de Gazi Üniversitesi mezunuyduk. Bu yüzden mesleki açıdan ortak noktamız çoktu.

  Ben o dönemlerde emekli olmayı  iyice kafama koymuş günlerimi geçiriyordum . 

Cansu’ya da bir danışman öğretmen verilmişti. 

Okul müdürünün yanlış tutumu yüzünden başka bir öğretmen danışmanı olmuştu . Her fırsatta ah Cansu keşke ben olsaydım danışmanın sen yeni başladın ben bitiriyorum diyordum . 

Gel zaman git zaman 24 Kasım Öğretmenler Günü yaklaştı ve aday öğretmenleri yemin töreni provalarına çağırdılar . İçim gidiyordu. Keşke bu sene emekli olsaydım  da Onun yemin etmek için çıktığı sahneye ben de emeklilik belgemi  almak için çıksaydım. 

Kalbimden bunu geçire geçire günler geçti . 

23 kasım günü akşam üstü bir telefon geldi . 

İl milli eğitim müdürlüğünden aranıyordum. 

  • Hocam öğretmenler arası anı yarışmasında 1. Oldunuz ödülünüzü yarınki törende vereceğiz. 
  • Allah Allah dedim şaştım kaldım. Yarışmaya katılmıştım ama ben bunu çoktaaan unutmuştum . 

 Ödülden çok Cansu ile aynı gün aynı sahneye çıkmanın heyecanı asıl beni mutlu etmişti. 

Cansu benden önce öğrenmiş birinci olduğumu. Bana sürpriz olsun diye de dememiş. 

Bu arada koca salonda tek başıma ödül almak çok gücüme gitmişti. Böyle törenlerde insanın gözü okulundan birilerini arıyor. Müdür Yardımcımız İlhan Bey’e 

-Ben tek mi gideceğim kimse gelmeyecek mi dedim 

-Doğru diyorsun dedi 

ve o da bizimle gelmek için işini gücünü bıraktı.

24 kasım günü  törene beraber gitmek için okulda buluştuk. Ona Başöğretmenimiz Atatürk’ün gümüş rozetini büyük bir gururla  hediye ettim . O hep senin rehberin olsun dedim ve yakasına taktım . 

 Sonra törenin yapılacağı salona geldik ve sırayla çıktık sahneye. Niyette başka şey olsa da kalpten istediğim oldu.  

 Mağrur edasıyla yeminini eden Cansu’yu çok çok çok alkışladım. 



 Sonra ben aldım sahnedeki yerimi . Onun gözlerinin içi gülüyordu. Ve kalbimiz aynı duyguyla çarpıyordu. 

  O günden sonra Cansu hep hocam keşke emekli olmadan da beraber çalışsak dedi durdu. Nasıl yürekten söylediyse ben dilekçemi verdiğim halde emekli olamadım ve devam ediyorum çalışmaya . Ama tek farkla artık öğretmen olarak değil müdür yardımcısı olarak devam ediyorum . İlhan Bey de artık müdür yardımcısı arkadaşım  ve  Cansu gibi o da en iyi dostum


Sevgiyle 

TİGRİS 

25.11.2024

24 Ekim 2024 Perşembe

ÜÇ BİLİNMEZLİ DÜĞÜN

 



ÜÇ BİLİNMEZLİ DÜĞÜN

Bir apartmanda altlı üstlü oturan üç komşu. 4.,5.,6. kat komşuları. Birbirlerini sadece ismen bilen, evle ile ilgili bir sorun olduğunda yüz yüze konuşan, yolda izde gördüklerinde selamlaşmadan öteye gitmeyen üç komşu.

Birbirlerine çok yakın mesafede olup bir o kadar da birbirlerinden uzak üç komşu. Kimse kimsenin yaşantısını , kimlerden olduğunu yeterince  bilmeden yaşayan üç komşu. 

6. katta tek başına yaşayan orta yaşın üstü yalnız bir kadın. Memleketi bulunduğu şehre çok yakın.

5. katta oturanlar anne kız yaşamlarını sürdüren memleketin yerlisi insanlar.

4. katta yaşayan ise tek başına oturan orta yaşlarda bir kadın. Öğretmenlik için bu şehirde bulunmakta. memleketi çok uzakta.

bu üç komşuyu oturdukları apartman dışında ne bağlayabilir ki?

5. katta yaşayanlar akşam çok yakın akrabalarının oğlunun kına gecesine gitmek için giyinip süslenip evden çıktılar. Arabaları olmadığı için bir taksi çağırdılar. Salona geldiklerinde oğlan evinin tarafında yakın akrabalarla dolu bir masaya usulca iliştiler.

Müzik başladı, herkes eğlencenin ritminde oynuyor dans ediyordu. 5. kat komşunun kızı ise etrafı seyre dalmıştı. Bir an biri gözüne çarptı. A o da ne bu alt kat komşuları yalnız başına yaşayan öğretmen değil miydi? Hayır hayır olması imkansızdı. O'nun burada kimi kimsesi yoktu ki. Ama daha dikkatli baktı. Evet evet bu Oydu. Anlam veremedi. Demek bir tanıdığı vardı.

Kız biraz daha seyre koyuldu. Diğer masada 6. katta oturan kadını gördü. Yok artık bu kadar da olmaz , benzetiyorumdur diye geçirdi içinden . Ama daha dikkatli bakınca yanılmadığını anladı. Bu üst kat komşusuydu. Eee O'nun ne işi vardı, kimin için gelmişti düğüne? 

O gece birbirlerinden habersiz üç komşu da cümle kapısından çıkıp aynı istikamete doğru yol almışlardı.

4. Katta yaşayan öğretmen üst kat komşularından epey sonra arabasına binip gitmişti. 

6.Kattaki yalnız kadını da akrabalarından birisi arabasına almıştı.

Biraz sonra her şey netlik kazandı. 4. kat komşusu gelinin anne ve babasıyla aynı okulda öğretmenlik yapıyordu.

5. kat komşusu oğlan evinin yakın akrabasıydı.

6. kat komşusu da kız evinin çok yakın akrabasıydı.

bu üç komşuyu birbirine bağlayan ve aynı düğünde bulunma sebepleri gelin ve damat olmuştu.

Üç bilinmezli düğün böylece çözülmüştü.

Kınalar yakıldı, eğlence devam etti. 5. kat komşunun kızı düğündeki düğümü çözmenin verdiği huzurla günün nişanesi olsun diye kınadan bir parça alıp avcuna bir nokta kondurdu.

Sevgiyle

TİGRİS

24/10/2024



AĞAÇ VE KADIN



Şehir, beton yığınları ve kalabalık sokaklarla dolup taşarken, bir köşede yalnız bir ağaç duruyordu. Etrafındaki gürültüden, insanların telaşından uzak, dingin bir şekilde göğe uzanıyordu. Kökleri, derinlere inmiş; dalları ise hayatın karmaşasına karşı bir sığınak gibiydi.


Bu yalnız ağaç, şehirdeki insanlara hayatın ne kadar hızlı aktığını hatırlatıyordu. Her gün yanından geçen insanlar, başlarını eğip telaşla geçerken, onun huzur dolu varlığına dikkat etmiyorlardı. Oysa ağaç, yıllar boyunca birçok hikâyeye tanıklık etmişti; kuşların konakladığı, çocukların gölgesinde oyun oynadığı, sevgi dolu anların yaşandığı bir yerdi.


Bir gün, bir kadın yürüyüş yaparken, ağaçla karşılaştı. Yorulmuş ve yalnız hissettiği bir an, ona doğru yaklaştı. Gözleri, ağaçtaki her bir yaprağa, her bir yaraya odaklandı. O an, bu yalnız ağacın da kendisi gibi bir yalnızlığı taşıdığını fark etti. Ağaç, rüzgârla dans eden yapraklarıyla ona selam durdu; sessiz bir dostluk kurdular.


Kadın, ağacın yanına oturup derin bir nefes aldı. Şehirdeki gürültüden uzaklaşarak, sadece ağaçla baş başa kaldı. Yalnızlık, aslında paylaşıldığında anlam kazanıyordu. Her ikisi de hayatta kalmanın, mücadele etmenin ve umudun simgeleriydiler. O an, yalnızlığın yalnızca bir durum değil, bazen bir arkadaşlık da olabileceğini anladı.


Günler geçtikçe, ağaç ve kadın birbirlerinin varlığıyla güç buldular. Kadın, her gün onun yanına gelir, dertlerini paylaşırdı. Ağaç ise, rüzgârın melodisiyle ona huzur verirdi. Şehirdeki kalabalık, bir süreliğine anlamını yitirmişti; yalnızlık, bir anlamda dostlukla birleşmişti. İkisi de, hayatın ne kadar zorlayıcı olursa olsun, kendi köklerinde güçlü kalmayı öğrendiler.

22 Ekim 2024 Salı

SANDIĞIN HÜZNÜ



SANDIĞIN HÜZNÜ

Bir zamanlar, kalabalık bir şehirde, eski bir apartmanın köşesinde, tozlu bir odada, zamanla sararmış bir çeyiz sandığı duruyordu. Sandık, tahta işçiliğiyle göz kamaştıran detaylarıyla dikkat çekiyordu; ancak yılların geçmesiyle birlikte üzeri örtülmüş ve unutulmuştu.


Sandığın içinde, geçmişin sıcak anılarını taşıyan eşyalar birikmişti. Her biri, bir dönemi, bir hikayeyi anlatıyordu. Sandığın kapaklarını açtığınızda, içindeki havanın naftalin kokusuyla dolup taştığı hissediliyordu.


Bir gün, odayı temizlemek üzere bir temizlikçi, sandığın kapağını açmaya karar verdi. Kapağı açarken, hafif bir gıcırtı duyuldu; hüzünlü iniltileriyle açıldı kapak. Sandık, yıllardır kapalı kalmanın verdiği bir uyanış hissiyle açılmayı bekliyordu. Temizlikçi, dikkatlice içini incelediğinde, birçok eski eşya gördü: dantelli örtüler, el yapımı yastıklar, zarif dikişlerle işlenmiş örtüler.


Her bir eşya, sandığın içinde bir araya gelmiş, zamanın etkisinden uzakta, geçmişteki hayatların izlerini taşıyordu. Temizlikçi, en üstteki dantel örtüyü kaldırdığında, altında bir günlüğü buldu. Günlük, sayfaları sararmış, ancak hala okunabilir durumdaydı. İçinde, bir zamanlar bu sandığın sahibi olan bir kadının hayalleri, umutları ve sevinçleri yazılıydı.


Günlükte, kadının düğün hazırlıkları, çeyizinin tamamlanması, hatta ilkbahar günlerinde çiçeklerle süslenmiş bahçede geçirdiği anılar yer alıyordu. Her sayfa, zamanın nasıl geçtiğini, hayallerin nasıl canlandığını ve ardından gelen yalnızlıkları anlatıyordu. Temizlikçi, sayfaları çevirirken, o kadının hayallerinin içinde kayboldu.


Bir zamanlar, bu sandığın içindeki her parça, geleceği şekillendiren bir anlam taşıyordu. Yıllar sonra, kadının umutları ve sevinçleri, sadece tozlu bir odada değil, aslında zamanın kendisinde kaybolmuştu. Sandık, geçmişin derinliklerinden bir parça sunarak, duyguların ve anıların yeniden canlanmasını sağlıyordu.


Temizlikçi, günlükteki bir notta, kadının “Bu çeyiz, sadece eşyalarım değil; ruhumun bir parçası” yazdığını gördü. O an, sandığın anlamını derinden hissetti. Her eşya, geçmişin sıcak anılarını ve bir yaşamın hikayesini taşıyordu.


Temizlikçi, sandığı olduğu gibi bırakmaya karar verdi. İçindeki eşyaları geri yerleştirerek kapağını kapattı. Artık o oda, yalnızca bir mekan değil; geçmişin duygularıyla dolup taşan bir alan haline gelmişti. Sandık, yıllar geçse de, o kadının umutlarını ve hayallerini saklamaya devam edecekti.


Zamanla, o apartman yıkıldı; ancak çeyiz sandığı, yine de bir köşede unutulmuş olarak kaldı. Yeni gelenler, bu eski sandığın değerini bilmeyeceklerdi. Ama her an, sandığın içindeki eşyalar, geçmişin izlerini taşımaya devam edecekti. Çünkü her çeyiz sandığı, geçmişin hatıralarını, sevgiyle dokunan hayalleri ve zamanın akışıyla yaşanan duyguları saklar.


Sevgiyle

Tigris

22.10.2024

21 Ekim 2024 Pazartesi

Porsuk Nehri’nin Hikayesi




Porsuk Nehri’nin Hikayesi


Eskişehir’in kalbinde, Porsuk Nehri sakin bir şekilde akıyordu. Dört mevsim boyunca, nehir çevresindeki yaşamı kucaklayarak şehrin ruhunu yansıtıyordu.


Bahar geldiğinde, nehir kıyısındaki ağaçlar tomurcuklanmış, rengarenk çiçekler açmaya başlamıştı. Gençler, sevgilileriyle nehir kenarındaki banklarda oturuyor, çiçeklerin arasındaki kokuları soluyarak mutluluğu paylaşıyorlardı. Porsuk, baharın neşesini yansıtarak, üzerindeki gondolların dalgalarla oynamasına izin veriyordu. Kahkahalar, suya karışırken, nehir de bu sevinci sessizce kabul ediyordu. Şehir, yaşam dolu bir festival gibiydi.


Yaz geldiğinde, Porsuk Nehri daha da canlı bir hal aldı. Güneş, suyun yüzeyinde altın parıltılar yaratırken, insanlar ağaçların koyu gölgesinde uzanıp nehrin fısıltısını dinliyorlardı.  Şehre gelen turist kafilelerinin  gondola binmek için oluşturduğu sıranın sonu görünmüyordu. Aileler Kanlıkavak  bölgesinde piknik yapıyor, Nehir kenarında yer alan kafelerde kahve içenler, günün sıcaklığında dinleniyordu. Yazın enerjisi, şehri sarmış, Porsuk ise bu canlılığın kaynağı haline gelmişti.


Sonbahar geldiğinde, nehir etrafındaki yapraklar sararıp dökülmeye başlamıştı. Altın ve kırmızı tonları, nehrin yüzeyinde yüzen yapraklarla birleşerek büyüleyici bir manzara oluşturuyordu. Öğrenciler, üniversitenin kampüsünden inip Porsuk’un kenarında ,Adalarda yürüyüşe çıkıyor, ağaçların altında ders çalışıyordu. Hüzün ve nostalji dolu bir atmosfer, sohbetleri derinleştiriyor, geçmişe dair anılar tazeliyordu. Porsuk, sonbaharın dinginliğinde, düşüncelere dalanları dinliyordu.


  Kış geldiğinde, Porsuk Nehri beyaz bir örtüyle kaplandı. Buz tabakaları suyun kenarlarını sararken, şehir soğuk ve sessiz bir havaya büründü. İnsanlar, kalın kıyafetleriyle nehir kenarındaki kafelere sığınarak sıcak içeceklerini yudumluyordu. Porsuk, kışın sakinliğini taşırken, soğuk rüzgârın sesini dinleyerek dinginliği sunuyordu.

Zaman geçtikçe, Porsuk Nehri Eskişehir’in ruhunu şekillendirdi. Baharın neşesi, yazın coşkusu, sonbaharın hüznü ve kışın dinginliği; hepsi bu nehrin akışında hayat bulmuştu. Porsuk, şehir halkına her mevsim bir hikaye, bir duygu sunarak akmaya devam etti. Şehir, nehirle birlikte var oldu; her dalga, her akış, yaşamın içindeki renklerin bir parçasıydı.


Sevgiyle 

Tigris 

21.10.2024

Öne Çıkan Yayın

Yalnızlığa Dair

Birine bağlanamayacak kadar        kalabalık yalnızlıklarım         var benim .  Tigris