4 Kasım 2024 Pazartesi

DOLMAKALEM

 DOLMAKALEM



Göz alıcı bir şehir, siluetinde yükselen binaları ve karmaşık yollarıyla gözler önünde uzanıyordu. Bu şehir, zamanın unuttuğu bir yerdi; yalnızca antika dolmakalemlerin fısıldadığı hikayelerle doluydu. Her köşe, her sokak, yazılı kelimelerle dolu sayfaların izlerini taşıyordu.


Bir zamanlar, bu şehirde yaşamın coşkusu yankılanırken, dolmakalemlerin akışıyla şekillenen düşünceler kaybolmuştu. Sokaklarda dolanan rüzgar, geçmişte yazılan cümleleri havada taşırken, taşların üzerinde parlayan mürekkep izleri, gizli bir yaşamın varlığını hissettiriyordu. Antika kalemlerin uçları, yüzyıllar boyunca süzülen kelimeleri taşırken, şehirdeki her taş, her pencereden sızan ışık, bu kelimelerin yankılarını taşıyordu.


Binaların cephesinde beliren yazılar, gölgelerde kaybolan düşünceleri gün yüzüne çıkarıyordu. Kalemlerin dokunuşuyla çizilen sokak haritaları, bilinmeyen güzergahları işaret ediyordu. Ancak bu şehirde insan yoktu; sadece kalemler, sayfalar ve mekânın ruhu vardı. Kırık dökük caddelerde yankılanan fısıldamalar, bir zamanlar yaşanmış olanların yankılarıydı.


Bir gün, paslı bir sokak lambası altında unutulmuş bir dolmakalem parladı. Uç kısmındaki mürekkep, kaybolmuş bir hikayenin izini sürerken, etrafı sarıp sarmaladı. Kalem, terkedilmiş binaların arasından yükselerek, yazılmış tüm sayfaları yeniden canlandırmak için sabırsızlandı. Her cümle, geçmişin hayaletlerini canlandırıyor, şehrin taşlarına yeni bir anlam katıyordu.


Ve şehir, kelimelerin melodisiyle dolup taşarken, antika dolmakalemlerin gizemli dünyasında sonsuz bir hikaye başlıyordu. Zamanın durduğu bu mekân, sadece kelimelerin değil, hayallerin de şehriydi; antik yazıtlar, geçmişten gelen melodilerle, sessiz bir yaşam sürmeye devam ediyordu.


Sevgiyle . 

TİGRİS

1 Kasım 2024 Cuma

KASIM

   KASIM


 Kasım ayı, sonbaharın son demlerini yaşatırken, ağaçlar üzerindeki yapraklar rengarenk bir tabloya dönüşür. Sarı, turuncu ve kızıl tonları, rüzgarın hafif dokunuşlarıyla yerle buluşur. Ağaçların dallarında kalan yapraklar, geçiş mevsiminin huzurunu simgelerken, toprağa düşen her yaprak, doğanın döngüsünü hatırlatır.

    Güneş, bulutların arasından süzülerek ağaçların arasında dans eden yaprakları aydınlatır. Bu mevsimde, her adımda çıtırdayan yaprakların sesi, geçmişin hatıralarını çağrıştırır. Hava serinlerken, ağaçlar sessizce kışa hazırlanır; gövdeleri güçlenir, yapraklar bir bir dökülür. Ancak her düşen yaprak, yeni bir başlangıcın habercisidir.

      Kasım, hüzün ve güzelliğin iç içe geçtiği bir dönemdir. Ağaçların yaprakları dökülse de, her biri bir hikaye taşır. Bu hikayeler, doğanın dengesini ve yaşamın sürekliliğini anlatır. Ve sonbahar, bu döngünün en zarif dansını sergilemeye devam eder.


Sevgiyle

25 Ekim 2024 Cuma

KALPTEN GEÇEN GÜZEL DİLEKLER

 



Bugün iki sene önce yaşadığım güzel bir anıyı aynı salonda bulunarak heyecan dolu bir mutlulukla yeniden hatırladım.

 2022 yılının eylülünde okulumuza  çiçeği burnunda , hanım hanımcık , çok terbiyeli adı gibi, ileride bana Cansu’yu olacak ,bir öğretmen atanmıştı. 

 Mesleğinin en başında aday öğretmenimiz Cansu ile aynı üniversiteden mezun olmanın gururu bana yeterdi . Branşımda Gazi’li olmak bir ayrıcalıktır. İkimiz de Gazi Üniversitesi mezunuyduk. Bu yüzden mesleki açıdan ortak noktamız çoktu.

  Ben o dönemlerde emekli olmayı  iyice kafama koymuş günlerimi geçiriyordum . 

Cansu’ya da bir danışman öğretmen verilmişti. 

Okul müdürünün yanlış tutumu yüzünden başka bir öğretmen danışmanı olmuştu . Her fırsatta ah Cansu keşke ben olsaydım danışmanın sen yeni başladın ben bitiriyorum diyordum . 

Gel zaman git zaman 24 Kasım Öğretmenler Günü yaklaştı ve aday öğretmenleri yemin töreni provalarına çağırdılar . İçim gidiyordu. Keşke bu sene emekli olsaydım  da Onun yemin etmek için çıktığı sahneye ben de emeklilik belgemi  almak için çıksaydım. 

Kalbimden bunu geçire geçire günler geçti . 

23 kasım günü akşam üstü bir telefon geldi . 

İl milli eğitim müdürlüğünden aranıyordum. 

  • Hocam öğretmenler arası anı yarışmasında 1. Oldunuz ödülünüzü yarınki törende vereceğiz. 
  • Allah Allah dedim şaştım kaldım. Yarışmaya katılmıştım ama ben bunu çoktaaan unutmuştum . 

 Ödülden çok Cansu ile aynı gün aynı sahneye çıkmanın heyecanı asıl beni mutlu etmişti. 

Cansu benden önce öğrenmiş birinci olduğumu. Bana sürpriz olsun diye de dememiş. 

Bu arada koca salonda tek başıma ödül almak çok gücüme gitmişti. Böyle törenlerde insanın gözü okulundan birilerini arıyor. Müdür Yardımcımız İlhan Bey’e 

-Ben tek mi gideceğim kimse gelmeyecek mi dedim 

-Doğru diyorsun dedi 

ve o da bizimle gelmek için işini gücünü bıraktı.

24 kasım günü  törene beraber gitmek için okulda buluştuk. Ona Başöğretmenimiz Atatürk’ün gümüş rozetini büyük bir gururla  hediye ettim . O hep senin rehberin olsun dedim ve yakasına taktım . 

 Sonra törenin yapılacağı salona geldik ve sırayla çıktık sahneye. Niyette başka şey olsa da kalpten istediğim oldu.  

 Mağrur edasıyla yeminini eden Cansu’yu çok çok çok alkışladım. 



 Sonra ben aldım sahnedeki yerimi . Onun gözlerinin içi gülüyordu. Ve kalbimiz aynı duyguyla çarpıyordu. 

  O günden sonra Cansu hep hocam keşke emekli olmadan da beraber çalışsak dedi durdu. Nasıl yürekten söylediyse ben dilekçemi verdiğim halde emekli olamadım ve devam ediyorum çalışmaya . Ama tek farkla artık öğretmen olarak değil müdür yardımcısı olarak devam ediyorum . İlhan Bey de artık müdür yardımcısı arkadaşım  ve  Cansu gibi o da en iyi dostum


Sevgiyle 

TİGRİS 

25.11.2024

24 Ekim 2024 Perşembe

ÜÇ BİLİNMEZLİ DÜĞÜN

 



ÜÇ BİLİNMEZLİ DÜĞÜN

Bir apartmanda altlı üstlü oturan üç komşu. 4.,5.,6. kat komşuları. Birbirlerini sadece ismen bilen, evle ile ilgili bir sorun olduğunda yüz yüze konuşan, yolda izde gördüklerinde selamlaşmadan öteye gitmeyen üç komşu.

Birbirlerine çok yakın mesafede olup bir o kadar da birbirlerinden uzak üç komşu. Kimse kimsenin yaşantısını , kimlerden olduğunu yeterince  bilmeden yaşayan üç komşu. 

6. katta tek başına yaşayan orta yaşın üstü yalnız bir kadın. Memleketi bulunduğu şehre çok yakın.

5. katta oturanlar anne kız yaşamlarını sürdüren memleketin yerlisi insanlar.

4. katta yaşayan ise tek başına oturan orta yaşlarda bir kadın. Öğretmenlik için bu şehirde bulunmakta. memleketi çok uzakta.

bu üç komşuyu oturdukları apartman dışında ne bağlayabilir ki?

5. katta yaşayanlar akşam çok yakın akrabalarının oğlunun kına gecesine gitmek için giyinip süslenip evden çıktılar. Arabaları olmadığı için bir taksi çağırdılar. Salona geldiklerinde oğlan evinin tarafında yakın akrabalarla dolu bir masaya usulca iliştiler.

Müzik başladı, herkes eğlencenin ritminde oynuyor dans ediyordu. 5. kat komşunun kızı ise etrafı seyre dalmıştı. Bir an biri gözüne çarptı. A o da ne bu alt kat komşuları yalnız başına yaşayan öğretmen değil miydi? Hayır hayır olması imkansızdı. O'nun burada kimi kimsesi yoktu ki. Ama daha dikkatli baktı. Evet evet bu Oydu. Anlam veremedi. Demek bir tanıdığı vardı.

Kız biraz daha seyre koyuldu. Diğer masada 6. katta oturan kadını gördü. Yok artık bu kadar da olmaz , benzetiyorumdur diye geçirdi içinden . Ama daha dikkatli bakınca yanılmadığını anladı. Bu üst kat komşusuydu. Eee O'nun ne işi vardı, kimin için gelmişti düğüne? 

O gece birbirlerinden habersiz üç komşu da cümle kapısından çıkıp aynı istikamete doğru yol almışlardı.

4. Katta yaşayan öğretmen üst kat komşularından epey sonra arabasına binip gitmişti. 

6.Kattaki yalnız kadını da akrabalarından birisi arabasına almıştı.

Biraz sonra her şey netlik kazandı. 4. kat komşusu gelinin anne ve babasıyla aynı okulda öğretmenlik yapıyordu.

5. kat komşusu oğlan evinin yakın akrabasıydı.

6. kat komşusu da kız evinin çok yakın akrabasıydı.

bu üç komşuyu birbirine bağlayan ve aynı düğünde bulunma sebepleri gelin ve damat olmuştu.

Üç bilinmezli düğün böylece çözülmüştü.

Kınalar yakıldı, eğlence devam etti. 5. kat komşunun kızı düğündeki düğümü çözmenin verdiği huzurla günün nişanesi olsun diye kınadan bir parça alıp avcuna bir nokta kondurdu.

Sevgiyle

TİGRİS

24/10/2024



AĞAÇ VE KADIN



Şehir, beton yığınları ve kalabalık sokaklarla dolup taşarken, bir köşede yalnız bir ağaç duruyordu. Etrafındaki gürültüden, insanların telaşından uzak, dingin bir şekilde göğe uzanıyordu. Kökleri, derinlere inmiş; dalları ise hayatın karmaşasına karşı bir sığınak gibiydi.


Bu yalnız ağaç, şehirdeki insanlara hayatın ne kadar hızlı aktığını hatırlatıyordu. Her gün yanından geçen insanlar, başlarını eğip telaşla geçerken, onun huzur dolu varlığına dikkat etmiyorlardı. Oysa ağaç, yıllar boyunca birçok hikâyeye tanıklık etmişti; kuşların konakladığı, çocukların gölgesinde oyun oynadığı, sevgi dolu anların yaşandığı bir yerdi.


Bir gün, bir kadın yürüyüş yaparken, ağaçla karşılaştı. Yorulmuş ve yalnız hissettiği bir an, ona doğru yaklaştı. Gözleri, ağaçtaki her bir yaprağa, her bir yaraya odaklandı. O an, bu yalnız ağacın da kendisi gibi bir yalnızlığı taşıdığını fark etti. Ağaç, rüzgârla dans eden yapraklarıyla ona selam durdu; sessiz bir dostluk kurdular.


Kadın, ağacın yanına oturup derin bir nefes aldı. Şehirdeki gürültüden uzaklaşarak, sadece ağaçla baş başa kaldı. Yalnızlık, aslında paylaşıldığında anlam kazanıyordu. Her ikisi de hayatta kalmanın, mücadele etmenin ve umudun simgeleriydiler. O an, yalnızlığın yalnızca bir durum değil, bazen bir arkadaşlık da olabileceğini anladı.


Günler geçtikçe, ağaç ve kadın birbirlerinin varlığıyla güç buldular. Kadın, her gün onun yanına gelir, dertlerini paylaşırdı. Ağaç ise, rüzgârın melodisiyle ona huzur verirdi. Şehirdeki kalabalık, bir süreliğine anlamını yitirmişti; yalnızlık, bir anlamda dostlukla birleşmişti. İkisi de, hayatın ne kadar zorlayıcı olursa olsun, kendi köklerinde güçlü kalmayı öğrendiler.

22 Ekim 2024 Salı

SANDIĞIN HÜZNÜ



SANDIĞIN HÜZNÜ

Bir zamanlar, kalabalık bir şehirde, eski bir apartmanın köşesinde, tozlu bir odada, zamanla sararmış bir çeyiz sandığı duruyordu. Sandık, tahta işçiliğiyle göz kamaştıran detaylarıyla dikkat çekiyordu; ancak yılların geçmesiyle birlikte üzeri örtülmüş ve unutulmuştu.


Sandığın içinde, geçmişin sıcak anılarını taşıyan eşyalar birikmişti. Her biri, bir dönemi, bir hikayeyi anlatıyordu. Sandığın kapaklarını açtığınızda, içindeki havanın naftalin kokusuyla dolup taştığı hissediliyordu.


Bir gün, odayı temizlemek üzere bir temizlikçi, sandığın kapağını açmaya karar verdi. Kapağı açarken, hafif bir gıcırtı duyuldu; hüzünlü iniltileriyle açıldı kapak. Sandık, yıllardır kapalı kalmanın verdiği bir uyanış hissiyle açılmayı bekliyordu. Temizlikçi, dikkatlice içini incelediğinde, birçok eski eşya gördü: dantelli örtüler, el yapımı yastıklar, zarif dikişlerle işlenmiş örtüler.


Her bir eşya, sandığın içinde bir araya gelmiş, zamanın etkisinden uzakta, geçmişteki hayatların izlerini taşıyordu. Temizlikçi, en üstteki dantel örtüyü kaldırdığında, altında bir günlüğü buldu. Günlük, sayfaları sararmış, ancak hala okunabilir durumdaydı. İçinde, bir zamanlar bu sandığın sahibi olan bir kadının hayalleri, umutları ve sevinçleri yazılıydı.


Günlükte, kadının düğün hazırlıkları, çeyizinin tamamlanması, hatta ilkbahar günlerinde çiçeklerle süslenmiş bahçede geçirdiği anılar yer alıyordu. Her sayfa, zamanın nasıl geçtiğini, hayallerin nasıl canlandığını ve ardından gelen yalnızlıkları anlatıyordu. Temizlikçi, sayfaları çevirirken, o kadının hayallerinin içinde kayboldu.


Bir zamanlar, bu sandığın içindeki her parça, geleceği şekillendiren bir anlam taşıyordu. Yıllar sonra, kadının umutları ve sevinçleri, sadece tozlu bir odada değil, aslında zamanın kendisinde kaybolmuştu. Sandık, geçmişin derinliklerinden bir parça sunarak, duyguların ve anıların yeniden canlanmasını sağlıyordu.


Temizlikçi, günlükteki bir notta, kadının “Bu çeyiz, sadece eşyalarım değil; ruhumun bir parçası” yazdığını gördü. O an, sandığın anlamını derinden hissetti. Her eşya, geçmişin sıcak anılarını ve bir yaşamın hikayesini taşıyordu.


Temizlikçi, sandığı olduğu gibi bırakmaya karar verdi. İçindeki eşyaları geri yerleştirerek kapağını kapattı. Artık o oda, yalnızca bir mekan değil; geçmişin duygularıyla dolup taşan bir alan haline gelmişti. Sandık, yıllar geçse de, o kadının umutlarını ve hayallerini saklamaya devam edecekti.


Zamanla, o apartman yıkıldı; ancak çeyiz sandığı, yine de bir köşede unutulmuş olarak kaldı. Yeni gelenler, bu eski sandığın değerini bilmeyeceklerdi. Ama her an, sandığın içindeki eşyalar, geçmişin izlerini taşımaya devam edecekti. Çünkü her çeyiz sandığı, geçmişin hatıralarını, sevgiyle dokunan hayalleri ve zamanın akışıyla yaşanan duyguları saklar.


Sevgiyle

Tigris

22.10.2024

Öne Çıkan Yayın

Yalnızlığa Dair

Birine bağlanamayacak kadar        kalabalık yalnızlıklarım         var benim .  Tigris